Gökyüzü İstanbul’un doğal güzelliklerinden biridir ve bu güzellik bu şehrin havasını her mevsim taşıyan tanıdık bir dost halini almıştır fakat son birkaç yılda bu dost değişmiş, İstanbul mevsimleri bambaşka aylarda yaşamaya başlamıştır. Ana sebep olarak okları küresel ısınmaya çevirmek akla gelen ilk seçenektir, oysaki yersiz kavurucu sıcaklar, zamansız yağmurlar ve yağmakta cimri olan karların nedenini tek bir noktaya bağlamak bir miktar bahane arayışıdır.
Ülkenin en kalabalık şehri olan, mega kent olarak anılan İstanbul’un güzellikleriyle orantılı hataları mevcuttur; çevre kirliliği insanların elinden bizzat çıkan bir kusurdur, bu kusur ise doğanın alaycı bir gülüşü olarak bizlere geri dönmüştür. Bir zamanlar soğukluğuna dair çocuk şiirleri yazılan aylar güneşli günlerle dolup taşmakta, gittikçe küçülen barajların resmini çizmektedir. Azlığına karşın sorumsuzca harcanan su ise İstanbul’un zor bir yola hevesle atılan adımıdır. Eskiden belli bir rutinle ilerleyen mevsimler yaprakların kurumasıyla yağmurla yıkanır, ağaçların dallarının çıplak kalmasıyla da beyaza boyanırdı, su bir endişe olmazdı. Ancak son yıllarda İstanbul’un suyunun azaldığına ya da kaç aylık suyu kaldığına dair haberleri sayfalarda, ekranlarda görmek mümkündür. Çok soğuk günlerin yani zemherinin uğramadığı İstanbul çok karışık bir hava durumuna ev sahipliği yaparak iklimin acımasız tarafıyla yüzleşmektedir. İnsanın ruhuna dokunan, besleyen bu havaların şairane tanısı ne yazık ki yeni yılda duyulmaz haldedir. Yavaş yavaş geleceğe yönelik bir tedirginliği doğuran, tutarsız değişimiyle insanı hasta eden havalar aynı zamanda gerekli ihtiyaç olan suyu da İstanbul’un elinden almaktadır.
Sıcak ve soğuk arasında dengesiz bir ilişki vardır; çöl ile yarışır hale gelen sıcaklar geçtiğimiz yaz aylarını çekilmez duruma getirirken, soğuk bunu yapmamış kendini esirgeyerek sert bir rüzgarla sonbaharı, kışı selamlamıştır. Yağmurun bir duaya dönüştüğü günümüzde bulutlardan süzülen birkaç damla teselli olsa da İstanbul’un eksiğini karşılamaktan çok uzaktır. Fakat buna rağmen insanların kişisel önlemlerini aldığını söylemek güçtür, sular tereddütsüz harcanmaya, ormanlar çöplerle lekelenmeye, sahiller, dereler atıklarla kirletilmeye devam etmektedir.
Zemheri İstanbul’a vurduğunda beraberinde yağmur veya kar getirip getirmeyeceği meçhuldür. Tarihiyle, kültürüyle, doğasıyla yıldızlarla donatılmış olan İstanbul’un yenildiği iklimin iç ısıtacağı ama toprağı sulayacağı günler dileklerde uyumaktadır. Ahmed Arif’in de şiirine nakış ettiği gibi:
Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarıda gönül-gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım.