SEVR ANTLAŞMASI!
Yakın tarihimiz gündeme geldiğinde, hiç unutulmayan, hemen öne sürülen “Sevr.” Kimilerini üzerken kimilerini sevindiriyor. “Sevr” konusundaki hakikatin ne olduğunun bilinmediğine inananlardanım. Bu inançla doğru olduğuna inandığım bazı noktaları ortaya koymaya çalışacağım.
30 Ekim 1918 Mondros mütarekesinin meşum 7. Ve 24. Maddelerinin hükümlerini, bir anlaşma olmasından ve emperyalistlerin gayr-i meşru iştihalarının doymazlığından mütevellit son kalemiz, Cennet vatanımız; ordumuzun silahsızlandırılmasının adından parça parça işgale başlanmış; karşı koyacak düzenli ordumuz olmadığından yerli halkımız, “Milli kuvvetler” adıyla yer yer teşkilatlanmış, müstevlilerin ve işbirlikçilerinin mukavemet edilemez gücüne karşı memleketin her karış toprağını, ne pahasına olursa olsun, aldırmadan, korumaya azmetmiş, milletin evladı olduğuna inanan herkesi muharebeye dâhil etmeye çalışmış , kan akıtmaya, can feda etmeye razı olmuş. Buna inanmış. Bütün bunların yanında, düşman durmamış, Türklere, İç Anadolu’nun ortasında, Misak-ı Millî sınırlarının göbeğinde kızgın büyük bir tava ortasına atılmış bir yumurta kadar yer tayin emişler, kalan kısımlarını da taksime yeltenmişlerdi. Bu alçaklıklarının da kılıfı sıfatını haiz bir “Sevr anlaşması” ihdas edilmiş. Anlaşma! olduğuna göre uyulacağı zannına kapılmışlar. Bu paçavraya, işine arayanlar “Anlaşma” diyorlar. İşine yaramayanlar ve hakikati bilenler “anlaşma demiyorlar. Üstelik bu paçavranın Lozan’la yırtıldığına inanalar da var.
Tarihî vesikaların (anlaşma sadedine) oluş tekniğine bakıldığında, böyle bir anlaşmanın tarihî bir vesika olmadığı ortadadır. Buna rağmen, “anlaşma” diyenler demeyenlerden çoktur. Bunun da sebebi “Anlaşma” diyenlere menfaat temin etmesidir. “Anlaşma” demeyenlerin sebebi, menfaat temini olmamakla beraber Teknik seviyede “Anlaşma” hüviyetini haiz bulunmamasıdır.
Konuyu kimlerle konuşursanız konuşunuz. “Sevr anlaşması “terkibini illa zikrederler. Cehalet işte. Kille yıkanamadığı gibi adı lazım değil kimyasallarla da yıkanamıyor.
Bu Sevr’e, anlaşma diyenlerin kaffesi, taraf sıfatını haiz olan menfaatçiler (Türk vatanından pay koparma peşinde salya akıtanlar)dir. Demeyenlerse vatanını milletini sevip korumak için kan, feda-yı can ortaya koyanlardır.
Bazı sözlüklerde, bu kelimenin manası şöyle açıklanmıştır. Sevr: Boğa, öküz, boğa burcu. Anlamında hayır yok ki özünde hayır olsun.
“Sevr anlaşmasına” dair Nutuk(Genel Yayın Yönetmeni Şule Perinçek )ta şu ifadeler yar almaktadır.
1-SEVR PROJESİNİN ardından, aralarında imzaladıkları “accord tripartite”4 denilen ve Anadolu’yu nüfuz mıntıkalarına taksim eden anlaşmayı, başka namlar altında, milli hükümetimize kabul ettirmek maksadına yönelik olduğu pek aşikardır. İtilaf siyasî ricali, bu maksatlarını, Bekir Sami Bey’e kabul ettirmeye muvaffak da olmuşlardır. Bekir Sami Bey’in Londra’da Konferans müzakerelerinden ziyade ayrı ayrı konuşmalarla meşgul edildiği anlaşılıyor.
Millî hükümet prensipleriyle Hariciye Vekili olan zatın takip ettiği yol arasındaki farkı izah etmek ne yazık ki mümkün değildir. Bekir Sami Bey’in, bu anlaşmalarla Ankara’ya döndüğü zaman, fevkalade nazarı dikkatimi çektiğini ve garibime gittiğini itiraf etmeliyim. Bekir Sami Bey, imza ettiği mukavelenameler muhteviyatının memleketin yüksek menfaatlerine uygun olduğu kanaatini belirtiyor ve bunu Meclis’te dahi müdafaa ve ispat edebileceğini i iddia ediyordu. Kanaatinde isabet, iddiasında mantık olmadığına şüphe yoktu.
2-Bundan başka, adlî kapitülasyonlar, yabancı postaları, Kürdistan … hakkında SEVR PROJESİNDE değişiklik icrasını ümit ettirecek bazı belirsiz vaatler …Aynı teklifler projesinde, Ermenistan sınırlarının tayini hususu, Cemiyeti Akvamın göndereceği bir komisyona terk edilmekte idi. İzmir mıntıkasında da özel bir idare teşekkül edecekti. Güya, İzmir vilayeti, bize iade olunacaktı. Fakat İzmir şehrinde, bir Yunan kuvveti bulundurulacak, İzmir sancağının asayişi İtilaf subayları tarafından idare olunacak, bu sancaktaki jandarma kuvveti, nüfusu nispetine göre muhtelif unsurlardan teşekkül edecek, vilayete, Cemiyeti Akvam tarafından bir Hıristiyan vali tayin olunacak, İzmir vilayeti Türkiye’ye gelirin çoğalmasıyla artacak senelik bir meblağ ödeyecek idi. İzmir vilayeti hakkında teklif olunan bu çözüm şekli, beş sene sonra iki taraftan birinin talebi üzerine Cemiyeti Akvamca değiştirilebilecekti.
3-SEVR ANTLAŞMASI’NIN diğer hükümlerinin, itiraz edilmeksizin tarafımızdan samimiyetle tatbikini temin etmek istediği anlaşılmıştı. Delege heyetimiz, bu husustaki tekliflere ret mahiyetinde cevaplar vermişti. Yunan delegeleri, tahkikatı esasından reddetmişlerdi. Bunun üzerine, İtilaf devletleri delegeleri Türk ve Yunan delege heyetlerine bazı teklifleri ihtiva eden bir proje vererek, hükümetlerinden bu projeler muhteviyatına dair alacakları cevapların, Konferans’a bildirilmesini talep etmişlerdi.
4-SEVR PROJESİNDE: Türkiye, harp esnasında harp kaidelerine muhalif surette hareket etmiş veya Türkiye dâhilinde mezalim icra eylemiş ve (okunamadı) vesaire gibi hususlara karışmış olan şahısları, talepleri üzerine Müttefik devletlere (Yunanistan dâhil) ve Türkiye’den arazi almış olan devletlere (Ermenistan vesaire) teslim edecektir. Anılan şahıslar kendilerini talep eden devletin divanı harbi tarafından muhakeme edilecek ve cezalandırılacaklardır.
Mart 1921teklifinde: İtilaf devletleri, tekliflerinde bundan bahis yoktur. Ancak Bekir Sami Bey’in İngilizlerle imza etmiş olduğu mübadele mukavelenamesinde, elimizdeki bütün İngilizleri tahliye ederek bir kısım Türkleri suçlu sayıp İngilizler elinde bırakmaya rıza göstermiş olması, Sevr projesinde mevcut olan eski hükümlerin daha hafifletilmiş bir şeklinden başka bir şey değildir.
5-Bu teklif, SEVR PROJESİNİN yukarıda söz konusu olan 128. maddesinin yeni bir şekli idi. Tabiatıyla tarafımızdan reddedilmiştir.
6-Mart 1921 teklifinde: İtilaf devletleri, mevcut vaziyeti göz önüne alarak bu konuda SEVR PROJESİNDE değişiklik icrasını nazarı itibara almaya meyillidirler. Şu şartla ki mahallî özerklikler ve Kürt ve Asurî-Keldanî menfaatlerinin kâfi derecede himayesi için tarafımızdan kolaylık…
Nutuk’ta Mustafa kemal Paşa’nın sözlerinde “Sevr projesi” tabiri sadır olurken gelen metinlerde “Sevr anlaşması” terkipleri bulunuyor. Mustafa kemal Paşa da SEVR’İN MEŞUM BİR PROJEDEN ibaret olduğunu, “Anlaşma mevkiini haiz olmadığını biliyordu.
7- Sevr Antlaşması, Türk milleti için o kadar uğursuz bir idam kararnamesidir ki onun bir dost ağzından çıkmamasını talep ederiz. Bu konuşmamız esnasında dahi “SEVR ANTLAŞMASI’NI” telaffuz etmek istemem. Sevr Antlaşması’nı zihninden çıkarmayan milletlerle itimat esasına dayalı muamelelere girişemeyiz. BİZİM GÖZÜMÜZDE BÖYLE BİR ANTLAŞMA YOKTUR. Londra’ya giden delege heyetimizin reisi bundan bahsetmemiş ise verdiğimiz talimat ve salahiyet dairesinde hareket etmemiş demektir. Hata işlemiştir. Bu hata yüzünden, Avrupa ve bilhassa Fransa kamuoyunda aksi tesirler hasıl olduğu görülüyor. Bekir Sami Bey’in gittiği yoldan hareket edersek biz de aynı şekilde hata etmiş oluruz. Avrupa’nın Misakı Millîden haberdar olmamasına imkân yoktur. Avrupa, Misakı Millî tabirini öğrenmemiş olabilir. Fakat senelerden beri, kan döktüğümüzü gören Avrupa ve bütün dünya, şu kanlı mücadelelerin neden ileri geldiğini elbette düşünmektedirler. Misakı Millî ve millî hareket hakkında, İstanbul’un haberdar olmadığına dair beyanat doğru değildir. İstanbul halkı, bütün Türk milleti gibi millî harekete vakıf ve onun taraftarıdır. Vakıf olmayan ve aleyhtar görünen zât ve adamları sınırlı sayıda ve milletçe malumdur.”
Mustafa kemal Paşa’nın ısrarla “Anlaşma.” dememeyi tercih ettiği proje metninin imzacıları, Rıza Tevfik, Damad Ferid Paşa, Hâdi Paşa ve Reşad Hâlis.
O zamanki Devlet başkanının, (padişah)imzaladığına dair işaret yok.
Kazım Karabekir Paşa’nın tavrı ise “İstiklal Harbimiz ’de” Sevr’i şu şekilde kullanmasından anlaşılıyor. İsmet Bey’e makine başında anlattım ve Kızıl Ordu’nun harekâtını behemehâl, serian, Aras-Növselim hattına ilerlemekle karşılamaklığımız lüzumunu da şifre ile bildirdim. Ben,” Kızıl Ordu’nun” harekâta geçmediği halde bizim harekâtımızı daha faydalı buluyorum. Çünkü eski asırlık hududumuz olan Arpaçay’ına kadar yürümek ve Brestlitovsk Muahedesini yırtarak “SEVR ZULÜM NAMESİNE” imza atan Taşnak hükûmetine imzasını geri aldırarak yeni bir muahede imzalatmak için Gümrü havalisini de işgal altına alarak Erivan’ı da tehdit etmek ancak bu vaziyette mümkün olabilirdi. Aksi halde iş büsbütün aleyhimize dönebilir mahiyette idi…” Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınları, İstanbul, 1960, s,857.
Kazım Karabekir Paşa da “SEVR ANLAŞMASI “demiyor. İslam ansiklopedisi ise konuya dair şöyle yazıyor. “Âyan Meclisi üyesi Hâdi Paşa’nın başkanlığında Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Bern Büyükelçisi Reşad Hâlis beylerden oluşan Osmanlı Murahhas Heyeti 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in banliyösü Sevr’de antlaşmayı imzaladı.
Bir buçuk yılı aşkın bir zamanda büyük çekişmelerle hazırlanan, on iki bölüm ve 433 maddeden oluşan Sevr Antlaşması, Avrupa’nın Şark meselesine getirdiği çözümü ifade eder. Sevr çözümünde, yerel milliyetçilik, halkın istekleri ve kendi kaderini tayin hakkı gibi hususlar hiçbir rol oynamamıştır. Mandacı güçlerin belirlenmesi aşamasında yaşanan tartışmalarda, çıkış noktası o bölgede yaşayan insanlar değil, hep güç politikaları olmuştur. Emperyal çıkarlara hizmet etmediği zaman büyük vaatler birden geçersiz hale gelmiştir.”
Anlaşmadan, herkes memnun olmamıştır. İtalya, haklarını alamadığına inanmış, Fransa, kayıplarına karşılık eline geçenin az olduğundan şikâyet etmiştir. En kazançlı çıkan taraf, Yakındoğu’da İtalyan ve Fransız nüfuzunu en alt düzeye çekmeyi başaran İngiltere olmuştur. ANCAK ANKARA HÜKÜMETİNİN KABUL ETMEDİĞİ SEVR ANTLAŞMASI ÖLÜ DOĞMUŞ BİR BELGE OLARAK KALMIŞTIR.” Mustafa kemal Paşa’nın ısrarla “Sevr projesi” dediğini belirtmiştik.
Mustafa kemal Paşa’ya ait şu sözler ne kadar anlamlı.
“Mondros Mütarekesi’nden sonra Türkiye’ye yapılan dört barış teklifi arasında bir mukayese.
Efendiler, Mondros Mütarekesi’nden sonra Türkiye’ye, düşman devletler tarafından dört defa barış şartlan teklif edilmiştir. Bunların birincisi, Sevr projesidir. Bu proje hiçbir müzakerenin ürünü olmayıp, İtilaf devletleri tarafından, Yunan Başvekili Mösyö Venizelos ‘un da iştirakiyle tanzim ve Vahdettin’in hükümeti tarafından 1O Ağustos 1920’de imza edilmiştir.
Bu proje, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce bir münakaşa zemini bile sayılmamıştır.
İkinci barış teklifleri, Birinci İnönü Muharebesi’ni müteakip toplanan Londra Konferansı’nın sonunda 12 Mart 1 92 1 tarihinde vaki olmuştur. Bu teklifler, Sevr Antlaşması’nda bazı değişiklikleri ihtiva etse de konuşulmayan meselelerde Sevr projesindeki maddelerin tamamen eski halinde bırakıldığını kabul etmek lazımdır.
Bu teklifler, bizce münakaşaya sebep olmadan İkinci İnönü Muharebesi’nin başlamasıyla neticesiz kalmıştır.
Üçüncü barış teklifleri, 22 Mart 1 922’de yani Sakarya Zaferi’nden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra ve yakın bir taarruzumuzun beklendiği sıralarda, Paris’te toplanan İtilaf devletleri hariciye nazırları tarafından yapılmıştır. Bu tekliflerde, işe Sevr esasından başlamak esası terk edilmiş ise de esasları itibariyle millî emellerimizi tatminden uzak idi. Dördüncü teklif, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla neticelenen müzakerelerdir.
İtilaf devletlerince, Türkiye’ye tatbiki tasavvur edilen esaslarla millî hareket sayesinde ulaşılan neticeyi bariz bir surette değerlendirmek için, bu dört tür teklif arasında en mühim hususlarla sınırlı olmak üzere kısa bir mukayese yapmayı faydalı sayarım. ”
Hâsılı kelâm, Sevr metni, hiçbir zaman Lozan ile mukayese seviyesini haiz olmamıştır. Bizim en doğru şekilde isimlendirdiğimiz “Millî Mücadelemiz ’in sebebi Sevr değil, “Mondros mütareke namesidir.”
İstiklale kavuşmak için “ESİR” olmak icap eder. 6-7 bin yıllık kesintisiz Türk tarihinden “Türk esir olamaz” hükmüyle bahsedip “İstiklalden” söz edilemez. Türk devletleri silsile-i meratip, bugüne kadar gelmiştir. Dikkat edilerek kavranırsa muasırlarında olduğu gibi hükûmetler hanedanların eline geçe geçe gelmiş, devlet kurma yerine, harp ederek de olsa hükûmet ihdasıyla meşgul olunmuştur. Bugün modern hükümet anlayışlarında, hanedan değişiklikleri yaşanmıyor, devlet devam ediyor. Seçimlerde kazanan partilerin hükümet kurması gerçekleşinceye kadar eski hükûmet icraatta kalmaya devam ediyor. Yeni hükümete günü gelince idare devrediliyor.
Şakir Albayrak, Çekmeköy,15.08.2023, 23.33