1936 yılında Atatürk’ün Montrö Sözleşmesi ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki egemenliğimiz geri alındıktan sonra günümüze dek geçen süre zarfında ülkemizin aleyhine dikkate değer oldukça önemli hadiseler cereyan etmiştir. Kıta sahanlığı, karasuları ve Kardak krizi gibi bugün bile sorunların çözülemediği bir hal almıştır. Çünkü krizin temel nedeni Doğu Akdeniz’de yatan enerji kaynaklarıdır.
Yabancı devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesini ihlal etmeye çalışmalarından dolayı KKTC’nin haklarının tanınmaması için türlü siyasi oyunlarla engellemeye çalışılmaktadırlar. Özellikle Doğu Akdeniz’in jeopolitik olarak konumunun ve bununla birlikte altında yatan enerji kaynaklarının ne kadar önemli olduğu aşikardır.
Konunun uzmanı Dr. Murat Koray’ın “Doğu Akdeniz’in Türkiye İçin Jeopolitik Önemi” başlıklı yazısının birinci bölümde bahsettiği gibi, Türk deniz jeopolitiğinin küresel jeopolitikten ayrılmayacağına zira dünyanın tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine hızla geçtiğinden ve Türkiye’nin bulunduğu Doğu Akdeniz’in enerji jeopolitiği, kenar kuşak jeopolitiği ve İsrail’in güvenlik jeopolitiğinin olduğu ortak kritik paydanın Türkiye’nin deniz jeopolitiği olduğundan bahsetmektedir.
Medeniyetlerin, devletlerin ilk deniz ticareti bu bölgede başlamış; İmparatorlukların ağırlık merkezi Doğu Akdeniz olmuştur. Avrupa, Afrika, Orta Doğu, Kafkasya, Basra Körfezi, Ege ve Karadeniz’e yakınlığı ile bölge yüzyıllarca jeopolitik merkez olmuştur. Günümüzde bölgenin enerji mücadelesine dönüşmesinden ve Doğu Akdeniz’in Türkiye’nin açık denizlere bakan yüzü olmasından dolayı Akdeniz’e olan ihtiyacın ve bir yarımada devleti olan Türkiye için Doğu Akdeniz’in çok önemli olduğu aşikardır.
Özellikle, Doğu Akdeniz’de kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Türkiye’nin büyük miktarda deniz yetki alanının çalmaya çalışması ve arkasına Yunanistan’ı ve 2004 yılı itibariyle de Avrupa Birliğine girip onu arkasında güç olarak kullanmaya çalışması Türkiye’nin güvenliği için bir tehdit oluşturmaktadır.
Türkiye’nin bu durumlara farklı şekilde yanıtlar vermesi zorunlu hale gelmiştir. Türkiye’nin yapmış olduğu sismik araştırma faaliyetleri, Akdeniz Kalkanı harekâtı ve 2019 baharında iki ay arayla yaptığı tatbikatlar Doğu Akdeniz’de büyük bir güç gösterisinde bulunduğunun dünyaya açık göstergesidir.
Türkiye’nin denizlerde doğal gaz ve petrol arama çalışmalarına yönelik sismik ve sondaj faaliyetleri için kurduğu enerji filosunda Fatih, Yavuz, Kanuni ve Abdülhamid Han sondaj gemileri ile Barbaros Hayrettin Paşa ve MTA Oruç Reis sismik arama gemileri olmak üzere toplam 6 gemi bulunuyordu. Bunun devamında Türkiye’nin “enerji filosuna” 7’nci gemi de katılıyor. Cumhurbaşkanımız Erdoğan, 21 Temmuz’da yaptığı açıklamada, Sakarya Gaz Sahası’ndaki gaz üretiminde kullanılacak bu yeni bir doğal gaz gemisi olduğu müjdesini vermişti.
Türkiye’nin bu gemilerimizle sismik ve fiili sondaj faaliyetlerde bulunması Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan jeopolitik planları bozmuş, deniz gücümüz önemli bir yere gelmiştir. Yazar, bunun farkında olan ABD’nin NATO’nun güney kanadını ve Doğu Akdeniz’de bir kırılmayı göze almak istememesinden fakat Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarının ABD’nin küresel liderlik çıkarlarını rahatsız ettiğini belirtmiş, ilişkilerin 21. y.y. da Doğu Akdeniz üzerinden belirlenmesinin önemli noktalardan biri olacağını ifade etmiştir. Verilen bilgilerden Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bir güç haline gelmeye başladığını ve diğer devletlerin bu durumdan rahatsızlık duydukları bilgisini çıkarabiliriz.
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs Adasının varlığı ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki değişmez önceliğinin en önemli aktörü hiç şüphesiz Kıbrıs Adasıdır.
Özellikle Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için yapılan Annan planı ve bu planın Kıbrıs Türklerini soktuğu zor durumdan bununla birlikte Türk tarihi için yapılan hatanın unutulmaması gerektiğine değinilmiştir. Kıbrıs’ın, 1974 öncesinde ve sonrasında Türk dış politikasının önemli bir yerinde olduğu ve olmaya devam edeceği belirtilmiştir.
KKTC ve Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal eden anlaşmaların, Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmeleri ve bunlara meşruluk kazandırmaya çalışma çabaları, Avrupa Birliğine üye devlet konumuna gelmelerinin onlarda oluşturduğu rahatlıktan cesaret almaktadır. Yunanistan ile olan Meis adası kıta sahanlığı problemi sadece bir tanesi.
Akdeniz Kalkanı Harekâtı yapmış olan Türkiye’nin bununla birlikte Doğu Akdeniz’de güvenlik risklerini azaltmak ve enerji güvenliğini sağlamayı amaçladığı harekat Doğu Akdeniz’de deniz güvenliğine katkı sağlamış, ayrıca NATO’nun Etkin Çaba Harekatı’na destek olmuştur.
Kıbrıs Adası çevresinde bulunan doğal gaz rezervleri burayı bir çekim merkezi yapmış, bundan dolayı sadece kıyıdaş olanları değil küresel aktörleri de cezbetmekte ve bu alanda etkilemektedir.
Türkiye yalnızca enerjinin taşındığı bölge değil, kendi yetki alanında enerji çıkaran ve kullanan bir ülkedir.
Sözün özü; Mavi Vatan’ın korunması ve Türkiye’nin kendi haklarını savunması gerektiğini, denizcilikte ne kadar geç kalmış olsak da ilerlemeler kaydedilmeye başlanmasının yapılması gereken önemli bir adım olduğu gerçeğiyle bu tempo hız kesmeden denizde güçlü olana kadar devam etmelidir.