“Cumhuriyet” kavramının çok yeni olmadığı biliniyor. Sözlüklerdeki anlamlar şöyle. “Cumhuriyet: Millet hâkimiyetine dayanan ve bu hakimiyeti, milletin temsilcisi olarak seçilen millet vekilleri ve başlarındaki cumhurbaşkanı tarafından yürütüldüğü devlet idaresi şekli.” (İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lügati, S, 511-512.) Bu tanıma göre millet vekillerinin başı Cumhurbaşkanıdır.
“Cumhuriyet: Ulusun, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracılığıyla kullandığı devlet şekli. Cumhuriyette devlet başkanları belirli bir süre için seçilir.” (TDK, Türkçe Sözlük, s, 161. Altıncı baskı, Bilgi Basımevi, Ankara,1974.) Burada cumhurbaşkanının belli süreler için seçildiğine dair kayıt varsa da rolü gözükmüyor. Diğer taraftan cumhuriyetin ilanından Celal Bayar’ın (Görev süresi, 22 Mayıs 1950- 27 Mayıs 1960 arası) cumhurbaşkanı seçildiği tarihe kadar geçen süreyi nasıl açıklayacağız?
“Cumhuriyet: Cumhurluk.
Cumhûrî, Cumhuriyye: Millete, halka, mahsus.
Hükûmet-i cumhuriyye: Cumhuriyet hükûmeti.” (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, s,177, Doğuş ltdşti matbaası, Ankara-1970) Buradaki kavramdan da topluluk olduğu anlaşılıyor.
“Cumhuriyet: Devlet reisi, millet veya millet meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı ü ta…” Devlet başkanı, yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi.” (Kamus-ı Türkî.)
“Cumhuriyet: Arapça cmhr kökünden gelen cumhūrجمهور “birikme, yığın, birikinti, halk kalabalığı” sözcüğünden alıntıdır.” (Seven Nişanyan, Etimolojik Türkçe Sözlük.) Buradakinde de cumhurbaşkanından söz edilmiyor.
Gördüğünüz üzere “Cumhuriyet” kavramının anlamlarını, yanlış anlamalara sebep olmamak için muhtelif sözlüklerde yazıldığı gibi aynen kaydettim. Anlatımlarını (bozukluklarına rağmen) değiştirmedim. Sözlükçülerin ortak kanaatinin, meriyette bulunan sistemin ifadesinden ibaret olduğu gözüküyor.
Aşağıdaki metinde kullanılan “Cumhuriyet” kavramının bambaşka oluşu dikkatlerden kaçmıyor. Her ne kadar müellif, 1908 meşrutiyetini güzellese de mızrak çuvala sığmıyor. Mutlakiyet idaresinin, memleketin bölünmesine sebep olacağını söyledikten sonra meşrutiyetin bir kurtarıcı olduğunu, memleketin bölünmesine mâni olacağını anlatmış. Meşrutiyetin kurtarıcılığını övmüş de övmüş.
Hâlbuki Osmanlı devletinin, değil toprak kaybının, dağılmasının sebebinin meşrutiyet idarecileri olduğu artık biliniyor. Müellif, cumhuriyetin, meşrutiyete benzerliğini de belirtmekten imtina etmiyor. Meşrutiyette, hükümdarlığın, babadan oğula geçmesi kusurunu da belirttikten sonra, meşrutiyette de Cumhuriyette de mebusan meclisi olduğunu vurguluyor. El hak doğrudur. “Cumhuriyet” ise Türkiye’de, 2018’e kadar özüne uygun manada kullanılmamıştır. Bu intikal metninden anlaşıldığı üzere cumhurbaşkanı, ahali tarafından seçilirse cumhuriyet idaresi hâsıl oluyor. Halkın, cumhurbaşkanı seçmediği zaman “Cumhuriyet” idaresi meydana gelmiyor. 1901’de yayımlanan Kamus-ı Türkî’nin tanımı da bu metindeki mantaliteye uygun. Ne zaman kurulduğu bildirilmeden “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.” kararlılığından kastedilen 29 Ekim 1923’te, “Cumhuriyet” ilân edildi. Kurulmadan ilân edilemeyeceğine göre ne zaman kurulduğunu bilmek hakkımız değil mi? Hakkımız baki kalsın. İlan edildiği günden beri “Cumhuriyetin” kavramıyla mütenasip ilk cumhuriyet uygulaması, cumhurbaşkanının, halkın seçimiyle belirlenmesi, 2018’de gerçekleşmiştir. “ demenintarihen bir sakıncası olmamalıdır. Cumhuriyetin kadim tanımına itibar edilecek olursa Cumhuriyet idaresinin işlemesi için lazım gelen kaidelerin, sosyolojik bir gerçek olan milletin kadim değer yargılarından doğması gerekirdi. Böyle olmayıp ithal umdeler, kadim değerlerden doğması umulan umdelerin yerine kaim olmuştur. Bu gerçekler ışığında, 100. Sene-i devriyenin daha coşkulu heyecanlarla kutlanması gerekmez mi? Şimdiden kutlu olsun! İki sayfayı aşkın bu Osmanlıcadan nakil metni, yorumlu açıklamalardan uzak tutmak için sadeleştirmeden aşağıya alarak anlayışınıza sunuyorum.
… Ve neticede o memleket harâb olur. Bizim hükûmetimiz evvelce ya’ni 10 Temmuz 1324 (1908) târihine kadar bir hükûmet-i mutlaka idi. Az kalmış idi ki, memleketimiz taksîmedilsün. Bereket versin ba’zıhâmiyetlizâtlar o zaman taht-ı saltanatda bulunan Sultân Hamid-i Sâni’yedayatdılar, cebren Kânûn-u Esâsi’yineşretdirdiler. İşte o günden i’tibâren hükûmetimiz bir hükûmet-i meşrûta oldu. Ve yüzümüz güldü. Esâretden kurtulduk. Şimdi gelelim. Hükûmet-i meşrûtaya: Hükûmet-i meşrûta kânun-u esâsi’si olan ve millet meclisi bulunan hükûmetdir ki: Böyle hükûmetde millet kendi kendisini idâre eder. Çünki: Memleketin kânûnlarınımeb’ûslar yaparlar. Meb’ûslar ise milletin vekilleridir. Bundan başka meb’ûslar hükûmeti dâimâ gözaltında bulundurdukları cihetle kânûnamugâyir bir iş olduğunu görünce hemen vükelâyı mes’ûl ederler. Onlara adem-i i’timâd reyi vererek mevkîlerinden düşürürler. Binâenaleyh: Vükelâ, meclis-i meb’ûsandanziyâdesiyle korkar. Bu sâyede hükûmet-i meşrûtada haksızlık olmaz. Hükûmet-i Cumhûriye ise âdetâ hükûmet-i meşrûtademekdir. Yalnız bunlarda, hükümdarlık makâmında bulunan zât bir hükümdârın neslinden gelmiş ve peder veyâbirâderinin yerine geçmiş olmayupahâlininintihâbıylaefraddan en ziyâderey’i kazanan bir kimsedir ki bunlara, (Cumhur re’isi) derler. Bunlar da beş veyâba’zı yerlerde yedi sene müddetle intihâb olunurlar. Bu müddet bitince o zât makâmından çekilir ve yerine bu suretle ahâli tarafından intihâb edilmiş diğer bir reis-i cumhur gelir. Amerika’daki hükümetlerin kaffesi, cumhuriyetle idare olunduğu gibi Avrupa’da dahi Fransa, İsviçre, İsveç, Portekiz hükûmetleri birer cumhuriyetdir. Cumhuriyet ile mi, yoksa meşrûtiyet dairesinde olmak üzere memleketin hükümdârı bulunmak suretiyle mi idârenin daha iyi olduğu tamamıyla kestirilemez. Her memleketin bir icabı, başka bir ihtiyacı vardır. Bir yerde cumhuriyet iyi olabilir. Belki başka bir yerde olmaz. Meselâ: Bizde cumhuriyet olamaz. Çünki memleketimiz ahâlisi, muhtelif milletlerden mürekkebdir. Her kavim Cumhur re’isinin kendisinden olmasını ister. Bu ise vatandaşlar arasında bozuşmağa sebeb olur. Binâenaleyh bizim içün meşrutî olmak üzere başdahükümdârı bulunan hükûmet-i adile lâzımdır.”
Ali Seydi, Tarih encümeni azasından, MUSAHABAT-I AHLAKÎYE İkinci tab’ı, Tabı’ ve Nâşiri, TefyızKitâbhânesi, İstanbul, Matba-yı Orhaniye,1333. (1917) senesinin ürünü bu ders kitabında bile idare şeklinden ziyade adalet vurgusunun öne çıkması cidden enteresandır. Hiç sevmediklerinizin de idarede bulunması, adaletli olduklarını görünce, susmanıza sebep teşkil edebilir. Biz, sevdiğimiz, bizden idarecilerimizin adil uygulamalar yapmasını isteriz. “ ” içinde okuduğunuz bu metinin alındığı “MUSAHABAT-I AHLAKÎYE” isimli kitap, 1. Cihan harbinin devam ettiği, 30 Ekim 1918 Mondros mütarekesi imzalanmadan önceki zamanlarda okutulan, ortaokul 2. sınıf ders kitabıdır. Savaş halinde bile eğitim devam ediyor. Ortaokul 2. Sınıf çocuklarına verilen bu terbiye, dikkate değerdir. Karalamak kolaydır, aklamak zor mu zordur.
ŞAKİR ALBAYRAK, ÇEKMEKÖY-İSTANBUL, 18.10.2023