Bildiğimiz kadarıyla, inanç sisteminden, dil’e, yeme içme adabından, sıra ve saygıya dayanan pek çok özelliği bünyesinde barındıran temel anlayışa Kültür diyoruz.
Elbette bu değerler birkaç yılda toplanıp yan yana, iç içe konmadı. Asırlarım birikimi olarak nihai şeklini aldı. Bunlar devlet ricalinin dayatmaları, emrivakileri veya düzenledikleri kanunlarla da teşekkül etmedi. Her hangi bir mahsulün ekim zamanını veya hasat zamanını bir başka mevsime kaydırmak mümkün olmadığı gibi gelenek ve göreneklerin oluşması da kendi tabiatlarıyladır.
Din başta olmak üzere yaşanılan coğrafyanın, konuşulan, yazılan dilin tesirleri gibi birçok husus söz konusudur.
Musıkîmiz, edebiyatımız, tiyatromuz, el sanatlarımız bu anlayışla teşekkül etmiştir.
Milletin asırlarca devam ettirip uhdesinde barındırdığı, bir manada da yazılı olmayan kanunları muhafazada destek vermek durumunda olmasına rağmen, devletin bu değerlerin tahribatına bigâne kalması kabul edilemez.
Ne yazık ki, kimseyi dinlememek,‘dediğim dedik’anlayışı giderek hâkim olmaktadır.
Bu sevgi ve saygıyı tahrip etmektedir. Merhamet rafa kalkmakta, bilgi görgü kenara itilmektedir. Bazı inanç umdeleri tahrif edilmektedir.
Oysa devletin bir kültür politikası olmalı, milletin temel değerlerinin daha da yükseltilmesi icab ederdi.
Yabancılaşma sevdası maalesef bizi iflasa sürüklerken, ilgililerin, yetkililerin sessizliği bizi ‘bu gidiş nereye’ düşüncesini beslemeye sevk etmektedir.
Örnek çok, yabancı yazarların tiyatro eserlerini seyrediyoruz, yerli yapım da olsa mantıken yabancı diziler hâkim. Müzik hakeza…
Kendi dilimize göstermediğimiz alaka ile yabancı dil öğretiyoruz. Daha çok yabancı romanlar okuyoruz. Herhangi bir konuyu işlerken araya ilmi olsun kabilinden yabancı deyimler, misaller sokuşturuyoruz.
Gıda maddelerinde de benzer durumları yaşıyoruz. Var olmanın yolunu şaşırmak her halde kaybolmaya götürür.
Aynı memlekette, aynı milletin mensupları dil birliğini kaybediyorsa geriye daha ne kaldı.
Karamsar bir tablo çizdiğimi düşünenler varsa ki olabilir gayet tabidir. ‘Lütfen etrafa bakıp, çarşıya pazara çıkıp etrafı biraz seyretsin.’
Unutturulan şu ‘Ayıp’ kelimesini yerine koyalım ve hakkını verelim. Meselelere hatır gönül cephesinde değil de hakikat cephesinden bakalım.
Bizden sizden ayrımı yerine hakkı olana, liyakat sahibine, ehline imkân, fırsat tanıyalım. Her manada doğru zamanda doğru mekâna bir tohum atalım.
Karşımızdakini de dinlemeye gayret edelim, söz hakkı tanıyalım. Yakın geçmişte var olan birçok medeniyetin yıkılıp gittiğini, niçinini, nasılını hatırlayalım.
Zaman çabuk geçiyor, mevkiler makamlar el değişiyor. Ama idealler kültürler, inançlar devam ediyor. Nesiller devam ediyor. Hayat devam ediyor.
Sağ kol da,sol kol da tek bedendedir. Ne kadar farklılıklarımız olsa da bu vatan sathında bütün değerlerimizle tek millet olmayı başarmaya, kendimize gelmeye bakmalıyız.
Kaybettiklerimizi bulabilmek zor olabilir ama eldekileri muhafaza etmek pek zor değildir.
Siz doktor, hâkim, mühendis, fizikçi, kimyager olabilirsiniz ama unutmayın ki sizin gibi yüzlercesi var. Tek bilen siz değilsiniz.
Ele geçen fırsatı doğru kullananlar hep galip gelmişlerdir. Aksi halde keşkeler hiç işe yaramamış, problemi çözmemiş, yarayı sarmamıştır.